pelus
Peluş; sakin, gözlemci…

1939 doğumlu “Çaça” Metin Akşenkal müthiş enerjisi ile bizi geçmişe götürürken adeta o günleri yaşatıyor. Anlatırken mimikler, hatta kalkıp basketbol hareketlerini göstermeler ve esprili anektodları ile zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İranlı Peluş sakince oturduğu koltuktan bizi izlerken, eşi Melahat (1940) büyük bir zerafetle ikramda bulunuyor, hafızaların yetmediği noktalarda bizi hayretler içinde bırakan ayrıntılarla yardıma koşuyor (40 yıl önce oynanan bir iskambil oyununu ‘poker !’ diyerek düzeltiyor, Pangaltı’daki yerin adını ‘Odun Bar’ olarak hemen hatırlatıyor…)

Çaça Metin Darüşşafaka’nın 1960-61 ve 1961-62 Türkiye Basketbol Şampiyonu efsane 5’inden… ‘Bütün takımları evire çevire yendik ve şampiyon olduk’ diyor. Galatasaray’dan katıldığı yeşil-siyah renklerin havasını bize anlata anlata bitiremiyor… biz de bitsin istemiyoruz ama muhtemelen Fethi’nin daha uzun bir portre/tarih çalışması için uğrayacağını düşünerek evlerinden ayrılıyoruz.

cacametin-03

(Bu ziyarete http://dinyakoskrampon.blogspot.com.tr/  blogunda çok güzel sporcu/futbolcu  portreleri yayımlayan Fethi Aytuna (DŞ, 1972-80) ve NTV için Darüşşafaka/spor DVDsi yapan akademisyen/belgeselci Gökçe Kaan Demirkıran ve Öktem Kalaycıoğlu birlikte gittik. )

 

Darüşşafaka’ya transfer

Galatasaray’da Yavuz Demir’le birlikte genç takımdan A takıma geçmiştik. Takımın ilk beşi olduğu gibi milli takımda oynuyordu. Bir sene oturduk kenarda. Bir sene daha oturursak paslanacağız. Yalçın Abi Darüşşafaka’yı çalıştırıyordu, ona gelmek istediğimi söyledim. Yalçın Abi, ‘Ben Galatasaray’da uzun yıllar hizmet ettim, seni alamam, ancak izin alırsan alabilirim,’ dedi. Ali Uras’ın Tünel’deki muayenehanesine gittim, durumu izah ettim. ‘Metin dön dediğim zaman döner misin?’ diye sordu. ‘Ali Abi söz,’ deyince ‘Git bonservisini al,’ dedi bana. Bonservisimi alıp Darüşşafaka’ya gittim böylece. Kulübün idarecisi Süreyya Bey’e gittim. Ona Ali Uras’a verdiğim sözü anlattım. O da, ‘Peki, yuvana hoş geldin,’ deyince 1959-60 sezonunda Darüşşafaka’ya katıldım. Benim yerimde Fenerbahçe’den gelen Günay oynuyordu. Benden daha yapılı olduğu için Yalçın Abi ilk beşe onu koyuyordu. Antrenmanlar Fatih’te oluyordu. Yağmur yağarsa dam akıyor, potaların biri eğri. Duşa gidiyorsun, duşların kafası yok, beynine tazyikli su geliyor. Sıcak su hiç hatırlamıyorum ama beraberlik, birlik başka türlü. Nedret takımın abisi, babası – çok seviliyor. Bir kenetlenme var. Bambaşka bir dünyaya gelmişim ben. İşyerim Topkapı’da, Merbolin Boya’da pazarlama yapıyorum. İşten çıkınca idman için Fatih’e geliyorum.

cacametin-02Fener’e Çaça…

Darüşşafaka’ya yeni geçtiğim seneydi. Bir Fener maçı vardı, yine ikinci devre oyuna girmiştim. Günay beş faul almıştı, onun yerine girmiştim. Yedekleri tutmazlar ya. Beni Güner Yalçıner tutuyor ama tutmuyor, üç adım önümde. O zaman üç sayılık atış yok. Güner Nedret’e switch yapmaya gitti, beni iplemiyor. 16 sayı gerideyiz. Yalçın Abi, ‘Hadi, an bu an !’ dedi, ampulün oradan attım girdi. Şansıma onlar boş döndü. Bir daha hücuma çıktık. Güner yine önümde, moralim iyi, bir tane daha attım o da girdi. Onlar yine boş döndü. Üçüncüyü attım o da girdi. On sayıya indi fark birdenbire. Daçka tribünü başladı tezahürata. Samim Göreç – ismimi bilmiyor – ‘Tutun şu adamı !’ diye bağırmaya başladı, ondan sonra Güner bana pres yapmaya başladı. Onun üzerine ben de topları Nedret’e verdim. Güner beni tutunca Nedret de rahatlamıştı. Bir sol hook shot, bir sağ hook shot. Sonra iki sayı daha attım, sekiz sayıyla bitirdim. Ertesi gün gazetede ‘Daçka Fener’i fena yendi, Metin diye biri girdi çaça yaptı’ yazdı. O zamanlar dansla da aram çok iyiydi. Galatasaray adasındaki dans yarışmalarında kupalarım vardı. O gazete haberinin ardından Yalçın Abi soyunma odasında ‘Çaça gel, Çaça git,’ deyince adım Çaça kaldı. Günay ertesi sene Amerika’da üniversite kazanınca gitti, böylece benim yolum açıldı ve ilk beşe yerleştim.

‘Haşim-Nedret-Basket !’

Spor Sergi Sarayına girince sağdaki en köşe tribün Daçka seyircisinindi. Daçka seyircisi ‘Haşim-Nedret-Basket’ diye tezahürat yapardı. İlk beşe yerleştiğim sene Türkiye’de hızlı basketbolu başlatan kişiyim. Osmanlı basketbolu oynanırdı önceden. Al – ver, al – ver şeklinde, hücum ederken süre kısıtlaması yok. İstediğin kadar tut topu elinde… Ben hızlı oynamaya başladım. Nedret veya Erdoğan Karabelen ribaundu alıyor, topu bana veriyor. Set oyunu sıkıyordu beni.

Hapoel maçında kritik pas

Avrupa Şampiyon Kulüpler turnuvasında Hapoel ile Tel-Aviv’de oynadığımız maçı dört sayı farkla kaybettik. Spor Sergi Sarayında rövanşı oynadık. Üç sayı öndeydik. Maçın bitimine on – on iki saniye var, top onlarda. Tam santrada takım kaptanı Lustig dripling yapıyor, onu da bizim Dursun tutuyor. Dursun topu santrada kaptı, hemen bana verdi. Ben ampule geldim. Beş-altı saniye kaldı. Kalktım, tam cemşatı atacağım, bir baktım önümde bir müdafaa eli. Cemşattan vazgeçtim, topu yerden Nedret’e verdim. O potanın azıcık önündeydi. Nedret topu aldı, yukarı çıktığı anda g…  gözüktü. Nedret’i şortuyla beraber yere indirdiler !

Hakem hemen faulü verdi. Masa hakemi maç bitti dedi. Sadece iki atış yapılacak. Heyecandan arkamı döndüm, öteki potaya bakıyorum. Nedret faul atışlarında topu yerde dört kere sektirdikten sonra derin bir nefes alıp verir, ardından topu potaya atardı. Ben tribünlere bakıyorum. Maçlardan önce salonun girişinde minder satarlardı. O minderlerin hepsi havaya sıçradı. Tamam dedim, berabere olduk maç uzayacak. Biraz sonra bir baktım çantalar, ceketler, paltolar hepsi havalarda. Bir döndüm arkamı, Nedret yerde. Yahu atış ne kadar çabuk oldu diyorum. Meğer Nedret her zamanki gibi yapmamış, hakemden almış hemen atmış topları. Nur içinde yatsın. O iki atış da girince biz bir sayı farkla tur atladık.

cacametin4-1
Bir maçtaki ilginç olayı anlatırken kalkıp tarif ediyor. Nişantaşı 2014.

Dinamo Tiflis’e üç günde gittik

Sonraki rakibimiz Dinamo Tiflis’ti. Tel-Aviv’e uçakla gitmiştik. O zaman dünyanın masrafı yapılmıştı. Kulüpte para yok. Fatih’te okulda kamp yapacağız dediler. Bir sınıf açtılar bize, bütün takım orada. Okul yemeği, kuru fasulye-pilav yiyeceksiniz dediler. Ona da tamam dedik. Alasya Oyuncaklarının sahibi Rauf Alasya, ‘Merak etmeyin her akşam ben geleceğim,’ dedi. Her akşam iki kilo baklava, iki kilo tulumba tatlısı getirdi. Antrenmanları üstü akan eski spor salonunda yaptık. Tiflis’e trenle gittik. Yolculuk üç gün sürdü. Kars hududundan geçtik. Huduttan sonra Rus trenine bindik. Buradan giderken naylon çoraplar götürmüştük. Onları satarak herkes bir şeyler aldı. Ben de 16 mm.lik bir film kamerası almıştım.

cacametin-ek-1

Nedret  16 kişilik Avrupa karmasında

Tiflis maçı için kamp yaptığımız sıralarda Nedim bana ağır bir şaka yapmıştı. Ben eşyalarımı toplamaya başladım, gideceğim. Bize özel hazırlanan yatakhanede kalıyorduk. Bir baktım, Nedret gelmiş kapıda duruyor, ellerini de kapıya koymuş. Nedim’i çağırdı. Nedret kızınca kimse yanına yaklaşamazdı. Nedim’den özür dilemesini istedi. Nedim sarıldı boynuma özür diledi. Bunun üzerine Nedret, ‘Hadi Çaça soyun,’ dedi. Nedret Avrupa karmasına seçilmiş bir oyuncuydu. NBA yetkilileri ‘Aramızda oynamaktan sıkıldık, bir karma yapın da gelin maç yapalım,’ demişler. Avrupa’dan on altı oyuncu seçildi, aralarında Nedret de vardı. Amerika’ya gittiler ama sonradan maç iptal edildi.

caca-metin-002

Ayrılırken bizi kapıya kadar geçiren çaça Metin, uzun yıllar spor yaptığını, çok anıları olduğunu hatırlatıyor ve neşeli bir derin nefes alarak ekliyor “fakat…Darüşşafaka başka bir dünya, iyi ki tatmışım !”

fa/ök/kk Eylül 2014