Bizim bir sınıf üstümüz Selahattin Terzi (DŞ’68),  nam-ı diğer Selo Kaptan, iri cüssesi ve aile büyüklerinin nüfus cüzdanını birazcık ertelemeyle  çıkartmış oldukları fısıltılarıyla daha baştan itibaren hepimize fizikman fark attı ve yıllarca bu avantajını korudu. Voleybola olan tutkusu nedeniyle henüz Orta 1 sınıfını okurken Darüşşafaka erkek voleybol takımı ile birlikte antrenmanlara çıkmıştır. Orta kısım ve lisede voleybol dalında antrenör-oyuncu olarak hepimize ağabeylik yaptı. Voleybolun yanı sıra sağlam bir bek olarak da futbol sahalarının tozunu attı.

Ancak Selo Kaptan bununla yetinmedi ve tiyatro sahnelerinin de tozunu yuttuğu için, İngilizce oynanan bir piyeste aşçı olarak çalıştığı eve gelen kızı kapıda karşıladığında, “What do you want young woman ?” repliği ile hafızalara kazındı. Cevat Fehmi Başkut’un GÖÇ adlı piyesinde bizim Mustafa Asparuk (DŞ’69) ile amca-yeğeni birlikte oynadılar ve o zamandan beri “amca-yeğen” ilişkileri devam ediyor. Bu oyunu seyreden Darüşşafakalı ağabeyimiz, ünlü tiyatro sanatçısı rahmetli Tolga Aşkıner’in Selo Kaptan’a kendi tiyatrosunda iş teklif etmesi, onun aktörlükte de ne denli yetenekli olduğunu ortaya koyuyor.

Emeklilik dönemimizde iki yıldır Aralık toplantılarımızın yıldızı Selo Kaptan’ı sizlerle baş başa bırakıyorum.*

Annem yaprak tütün işletmelerinde çalışmaya başladı. Ben de ona yardımcı olmak için simit  sattım, kahveci çıraklığı yaptım.

Lise 1
Lise 1

1947 yılında Trabzon-Sürmene-Küçükdere Nahiyesi Çimenli (eski adı Lazanat) köyünde doğdum.1954 yılında askerden yeni dönen babam Trabzon’da Tekel’de işe başlamak üzere iken hastalandı ve bir hafta içinde menenjitten öldü. 26 yaşında dul kalan annem, beni ve iki küçük  kız kardeşimi de alarak Samsun’a dayımın yanına göçtü.

Samsun’da dayımın yanında fazla kalamadık. Annem yaprak tütün işletmelerinde çalışmaya başladı. Ben de ona yardımcı olmak için simit  sattım, kahveci çıraklığı yaptım. Çok fakirdik, büyük zorluklar çektik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Bu nedenle ilkokula geç gittim. 1955 yılında benden küçük  kız kardeşim Nebahat ile birlikte Bozkurt ilkokuluna kaydedildik. İki kardeş şivemiz nedeniyle pek konuşmuyor, oyunlara katılmıyorduk. Bu durum öğretmenimiz Nevbahar Erbay’ın dikkatini çekmiş. Bizi çağırıp, “Siz neden oynamıyor ve konuşmuyorsunuz?” diye sordu. Ben de şivemiz nedeniyle bizimle alay etmesinler diye konuşmadığımızı ve oyunlara katılmadığımızı söyledim. Öğretmen bu olaydan sonra bizimle daha fazla ilgilenmeye başladı. Onun konuşmasını taklit ederek şivemizi mükemmel bir şekilde düzelttik. İkinci sınıftayken öğretmenimiz Fazılkadı İlkokuluna tayin olunca bizim de kaydımızı oraya aldırdı. Hayat çizgimiz olumlu yönde gelişmeye başlamıştı.

O zaman en iyi vasıta olan yolcu vapuru için annem bir güverte bileti buldu ve Cumartesi İstanbul’a gidip muayeneye girdim.

Lise 2
Lise 2

Ben bugün, hayatıma olumlu yön veren, beni mutluluk ve başarıya götürenlerin ”olumlu rastlantılar” olduğuna inanıyorum.

1960 yılında iyi bir öğrenci olarak ilkokulu bitirdim; askeri okula gidip, subay olmak istiyordum. Annem ise Samsun’dan ayrılmamı istemiyordu. Bir Cuma günü annemle evden çıkarken sokakta bir akrabamıza rastladık. Fazilet Hanım annemin amcasının kızıydı, annem onun fikirlerine çok değer verirdi. Fazilet Hanım hangi okula gitmek istediğimi sordu. Annem askeri okulu istediğimi, ama kendisinin istemediğini söyledi. Fazilet Hanım, ”Darüşşafaka diye bir okul var, babası olmayan çocuklar içindir, çok iyi bir okuldur, hiçbir masrafınız olmaz,’’ dedi. Annem bu fikri beğendi. Doğruca öğretmenime gittik. Onunla birlikte Milli Eğitim Müdürlüğüne giderek durumu anlattık. Bizi, daha sonra Darüşşafaka’da öğretmenim olacak olan Belkıs Kuntman’la, görüştürdüler. Belkıs Hanım müracaat için son gün olduğunu, gerekli belgeleri hemen tamamlamamızı, eksik bir şey olsa da merak etmememizi, kazanmam halinde tamamlayabileceğimizi söyledi. Biz her belgeyi tamamladık ve o hafta sonu sınava girdim. Olumlu rastlantılar böylece hayatıma girmeye başladı.

Kazandığım haberini aldığımda bir film şirketinde çalışıyordum. Burada ayak işleri yapıyor, gelen film sandıklarını teslim alıyor, kasabalara sevkini sağlıyordum. Kazandığımı gösteren belgeyi patronuma gösterdim. İstanbullu olan Emin Bey Darüşşafaka’yı kazandığımı görünce çok sevindi. Okul hakkında bilgisi vardı, koridora çıkarak oradaki komşularına yüksek sesle duyurdu. Beni övdü. Ben ise muayene için o Pazartesi hastaneye gideceğimi söyleyerek izin istedim. Belgeye tekrar baktı ve “Oğlum senin hafta sonunda İstanbul’da olman gerekiyor, muayenen Cerrahpaşa‘da olacak,” dedi. Günlerden Salı idi; derhal hesabımı kapattı, fazladan elli lira daha verip hemen eve gitmemi ve bir an evvel İstanbul’a ulaşmamı söyledi. O zaman en iyi vasıta olan yolcu vapuru için annem bir güverte bileti buldu ve Cumartesi İstanbul’a gidip muayeneye girdim. Böylece “Darüşşafakalı’’ oldum. İkinci ‘’iyi rastlantı’’ yine hayatımı etkilemiş, yönünü belirlemişti.

Atilla isyan halinde idi, kalmak istemiyordu. Kendimizi örnek göstererek onu ikna ettik.

Ben ve benim gibi taşradan gelen iki arkadaşım İbrahim Tekneci (Ordulu) ve Vefa Tarhan (Merzifonlu) açılana kadar okulda misafir olarak kaldık. Üç taşralı açık basketbol sahasının oralarda bir yerlerde oturduk. Ailemizi özlüyorduk, mahzunduk, uzun süre konuşmadık hiç. Sonra benim gibi Samsun’da sınava giren İbrahim’le ve tabii ki Vefa ile arkadaş/dost olduk. Bir iki gün sonra Atilla Engin (Çorlulu) katıldı bu gruba. Onu Darüşşafaka mezunu olan ve oradaki öğrenci yurdunda kalan ağabeyi Alpakın Engin getirmişti. Atilla isyan halinde idi, kalmak istemiyordu. Kendimizi örnek göstererek onu ikna ettik.

Taşradan gelenlerin alışması biraz zor olsa da sonuçta gerekli uyumu sağlamıştık. Sınavlara hazırlanırken 27 Mayıs ihtilali (1960) oldu. Sınavlar ertelendi veya iptal oldu. Bu durum İngilizcesi iyi olmayan bana yaradı ve belki de sınıfta kalmaktan kurtuldum. “Rastlantı’’ devam ediyordu. İngilizcesi iyi olan (7 ve üzeri) bazı arkadaşların arasında o ilk gruptan İbrahim ve Vefa da vardı. Onlar Orta-1’e atladılar. Biz ise Hazırlık-2’ye devam ettik. Böylece ömür boyu sürecek olan ”Darüşşafakalı olmak”, o günlerden bu güne hiçbir kırılma olmaksızın devam etti, ediyor. Hayatım boyunca Darüşşafakalı olmanın olumlu ve iyi rastlantılarının faydasını gördüm. 68 yaşında, hâlâ hayatımı etkileyecek rastlantıların olacağına da  yürekten inanıyorum.

Nihayet 1968 yılında kaptanlığını yaptığım lise futbol takımı, namağlup ve gol yemeden şampiyon olarak bir üst kümeye çıktı.

Sekiz yıl okuduğum Darüşşafaka’da spor ve özellikle futbol birinci önceliğim oldu. İyi bir öğrenci olmakla birlikte, bazı dersler (tarih-edebiyat) dışında çok iddialı olmadım. Futbolla Darüşşafaka’ya gelmeden önce de çok ilgiliydim. Samsunluların ‘’Kumluk’’ diye tabir ettikleri, şehrin tam önünde, liman yapımı nedeniyle oluşan kumsallar futbol oynamaya çok elverişliydi. Ben de Daçka’ya gelmeden önce ve geldikten sonra yaz tatillerinde fırsat buldukça burada oynardım. Bu Kumluk’ta Samsun futbolunda efsane olmuş, Türkiye çapında şöhretli futbolcular yetişmiştir. En ünlüleri Temel Keskindemir ve daha sonra Eskişehirspor’da büyük çıkış yapıp, milli takıma kadar yükselen Necdet Yıldırım da vardı (Necdet bilahare kansere yakalandı ve çok genç yaşta rahmetli oldu). Mahalle takımları yapılarak turnuvalar tertip edilirdi. Sonraları burada önce bir fuar alanı (1965) yapıldı, daha sonraları ise yapılaşma gerçekleşti. Brezilya-Rio sahilleri gibi futbol alanları olan bu kumsallar yok oldu.

Daçka’da bizim zamanımızda orta okul ve hazırlık sınıflarına futbol yasaktı. Biz de haliyle basketbol ve voleybol oynamaya çalışıyorduk. Eski büyük binanın Haliç’e bakan üst yoluna ip gerer voleybol oynardık. Oranın alt kısmına sanırım hazırlık-2’de voleybol sahası da yapıldı. Daha doğrusu file gerildi, tam saha denemez. Oralarda her teneffüste, büyüklerden sıra gelirse voleybol oynardık. Akşam yemekten sonra etüde kadar olan zamanda eski spor salonuna gelip antrenman yapan Darüşşafaka kulübü voleybol takımını seyreder; Nasuhi, Ender, Yalçın’a hayranlıkla bakardık. Onları seyrederek voleybola merak sardım. Orada gördüklerimi taklit ediyor, “balansiye” servis atmaya çalışıyordum. Bir gün okulun voleybol takım kaptanı Kenan Çiçek ağabey, Nasuhi ağabeyin beni gördüğünü ve takıma almak istediğini söyledi. Bir maç için onlarla sahaya çıktım, ancak devamı gelmedi. Takım Cemiyetin para ayırmaması nedeniyle dağıldı. Hevesim başlamadan bitmişti, zaten rüya gibiydi. Daha sonra sadece okul takımında (orta-lise) voleybol oynamaya devam ettim. Voleybolda iyiydim. Lise-1‘de ortaokul takımının koçluğunu, bu daha çok lise son sınıfların işi olmasına rağmen bana vermişlerdi.

Voleybol oynamaya devam etmekle birlikte, ortaokulda, daha çok orta iki ve üçte, büyük binanın Haliç’e bakan kısmında futbol oynuyorduk. Bazen yöneticilerden fırça yiyor ama vazgeçmiyorduk. Lise 1’den itibaren okul takımında oynamaya başladım. Okul maçlarında çok iyi oynamamıza rağmen Lise-1’den gelip okul şampiyonu olmamız mümkün olmadı. Sınıf arkadaşlarım Ökkeş Bilal (rahmetli oldu), Nedim Müftüoğlu, Atilla Engin, Atilla Alatlı (Lise-1’de ayrıldı, Bursaspor’da kalecilik yaptı, rahmetli oldu) ile birlikte önemli oyuncular olarak 1966 yılından itibaren okul takımında yer almaya başladık. Okul takımı, okullar liginde 3’üncü kümede idi. Bir türlü bir üst kümeye çıkmak mümkün olmuyordu çünkü bizde lise mevcudu çok azdı, 70-80 kişiyi geçmiyordu. Rakiplerimiz ise 300-400 kişiden bir takım çıkarıyorlardı. Ayrıca futbol Daçka’da önceliği olan spor dalı değildi, öncelik basketbolundu.

Nihayet 1968 yılında kaptanlığını yaptığım lise futbol takımı, namağlup ve gol yemeden şampiyon olarak bir üst kümeye çıktı. Üç lise sınıfının çok güzel bir karması olan bu takım, arkadaşlarımız tarafından daha sonraları ‘’efsane takım’’ olarak anıldı. O yıl bu başarımız takdir edilerek, bizzat Cemiyet başkanımız Fettah Aytaç tarafından çeşitli ödüller verildi. O takımın santraforu olan sevgili arkadaşım Ökkeş Bilal erken yaşta aramızdan ayrıldı (2001). Ona rahmet diliyor, o takımda yer alan tüm arkadaşlarıma da sevgilerimi  sunuyorum.

Hocamız Halil ağabey de futbola aşık bir insandı. Bazı maçlara oyuncu olarak doğrudan, bazı maçlara da sonradan girerek enfes frikik golleri atar, maçı çevirirdi.

1966 yılından itibaren Darüşşafaka amatör futbol takımında da oynamaya başladım. Benimle birlikte Nedim Müftüoğlu, Atilla Engin de vardı. Bir üst sınıftan arkadaşlarımız Sami Uslu (kaleci, rahmetli oldu), Ahmet Karabey ve Süha Seden (sanırım Lise-1’de ayrıldı) de vardı. Kulüp çok küçük bir bütçeyle  faaliyetini sürdürüyordu. Yönetici olan sevgili ağabeyim/dostum Naci Akçay büyük bir tutkuyla her şeyimizle ilgileniyordu. Naci ağabey tam bir futbol tutkunuydu. O zamanlar Cumartesi günleri öğlene kadar ders yapılırdı. Bazen maçlarımız çıkış saatimize yakın saatlerde olurdu. Maça yetişebilmek için bayrak merasiminden kaçarak, Naci ağabeyin gönderdiği arabaya binmek için, spor salonunun hemen yanından izci ip merdiveni kullanarak kaçar ve Kabataş’tan arabalı vapur ile Beylerbeyi veya Paşabahçe’deki maça yetişmeye çalışırdık. Kulübün bize verdiği sadece serbest giriş kartıydı. Tüm maçlara girebilirdik. Hocamız Halil ağabey de futbola aşık bir insandı. Bazı maçlara oyuncu olarak doğrudan, bazı maçlara da sonradan girerek enfes frikik golleri atar, maçı çevirirdi. Çok zor ama tatlı günlerdi, herkesi sevgi ile yad ediyorum.

1968 yılında mezun olduktan sonra da amatör takımda zaman zaman oynamaya devam ettim. Okuldan tanıdığım, bizden sonraki kuşaktan çok yetenekli futbolcular Semih Barutçuoğlu ve Kamil Sağlamyürekli gibi arkadaşları da kulübe kazandırdım. Kamil Sağlamyürekli çok iyi bir futbolcu idi (genç yaşta rahmetli oldu), keza Semih de öyleydi. Orta üçte iken bizi yenerek okul şampiyonu olmuşlardı.

1968 yılında önce İstanbul Hukuk Fakültesine kaydoldum. On beş gün sonra kaydımı Gazetecilik Enstitüsüne aldırdım (şimdiki İletişim Fakültesi). Tek amacım spor muhabiri olmaktı ama hayat buna imkan vermedi, devlet memuru oldum. Üniversitede okurken oynamaya devam ettim. Okul takımını Vefalı (bilahare Beykozlu) Arif Pırnal ile kurduk ve maçlar yaptık.  Futbolla ilgim 1972’de fiilen bitti. Ancak heyecanım ve ilgim kesintisiz devam ediyor.

44 yıl önce öğretmen olan F. Ayten Terzi ile evlendim. Oğlum Sorkun eğitimci, kızım Selen ise avukattır. Oğlumdan Deniz ve Duru adında iki torunum var. Ben ve eşim emekliyiz. İstanbul’da oturuyoruz. Mutlu ve sakin bir hayatımız var.

1960 yılından beri Darüşşafakalıyım. Daçka benim hayatımın en önemli sayfalarından biridir. Beni ben yapan varlıktır. Ona yürekten bağlıyım. Hayatıma yön veren bir sürü rastlantının merkezinde hep o vardı ve her zaman da var olacaktır.

*Giriş notu için Nihat Avcıer’e (DŞ’69) teşekkür ediyoruz.

fa/ök/kk Şubat 2016